oyuk

oyuk, -ğu

a. Oyulmuş, içi boş ve çukur olan yer: “Birbirine karışmış nal oyuklarından gündüz beş on kişilik bir devriyenin geçip gittiği anlaşılıyordu.” -F. R. Atay.

oyuk

Sevinç, mutluluk.

oyuk

Şaşkın, ahmak.

oyuk

Bostan korkuluğu.

oyuk

Bir şeyin yapılmasını önlemek için yapılan yıldırma gösterisi.

oyuk

1. Mağara. 2. Dağların üstünden geçen yolları belirten imler, sivri taşlar. 3. Kuytu yer. 4. Küçük taşlardan oluşan küme: Bağın yarısını oyuk kaplıyor.

oyuk

1. Bostan korkuluğu. 2. Korku: Bu adamda çok oyuk var.

oyuk İng. contour

Kullanım kolaylığı veya güzel bir görünüm sağlamak amacıyla gitarın gövdesi üzerinde oyulmuş bölümler.

oyuk İng. cavity, cavition

1.Metal yüzeylerinin, tuzlu sularda çok şiddetli titreşimler sonucu oluşan mekanik hasarı. 2.Toplam basıncın azalması sonucunda sıvıda yerel çukurların oluşması ve bu çukurların çökmesi sonucu oluşan itici basınçla komşu katı yüzeylerinde gözlenen mekanik hasar.

oyuk İng. cavern
oyuk İng. pit

Oyuklaşma sonucu yüzeyde oluşan

oyuk, (oyuh)

1. İnsan veya hayvan şeklini andırır korkuluk. 2. Yol göstermeğe yarayan taş ve benzeri alâmet.

---

oyuk ile benzer kelimeler

alt oyuk İng. underfill Haddeleme sırasında oluşan yüzey kusurlarından ve çoğunlukla yüzgeç karşıtı olarak, onunla birlikte beliren girinti.

ayık oyuk Bomboş, işsiz güçsüz. (Sarhoş olmadığı halde bostan korkuluğu gibi)

oyuk gibi olmak Çamaşırlar çok kirlenmek.

oyuk katot lambası İng. hollow cathode lamp Atomik absorpsiyon spektrometri yönteminde çizgi ışık kaynağı olarak kullanılan ve her tayin edilecek iyon için kendi metalinin yaydığı ışığın kullanıldığı bir lamba.

oyuk (klavye) İng. scalloped (fretboard) Telli çalgılarda hızlı ezgilerin daha rahat çalınabilmesi amacıyla parmak ile klavyenin temasını azaltmak için klavyenin boydan boya oyulmasıyla elde edilen ortası oyulmuş perdelerden oluşan klavye türü.

oyuk taç Osm. çanak taç

---