sudan

sudan

sf. Baştan savma, inandırıcı olmaktan uzak olan: “Teklif olunan antlaşma tadilleri pek sudan şeylerdi.” -F. R. Atay.

Sudan Köken: T.

Cinsiyet: Kız Su gibi güzel, berrak olan.

Sudan İng. Sudan

Bir grup sentetik, lipofilik, sentetik azo bileşiği. Mikroskobik olarak yağların ortaya konmasında kullanılır. Sudan III ve sudan IV gibi çeşitleri vardır.

---

sudan ile benzer kelimeler

dibi görünmeyen sudan geçme “bir işe girişirken her yönünü iyice araştır” anlamında kullanılan bir söz.

elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak hiçbir iş yapmamak: “Anneciğim, hayatımı kazandığımda senin elini sıcak sudan soğuk suya sokturmam.” -A. Kutlu.

eşek sudan gelinceye kadar dövmek tkz. adamakıllı dövmek: “Uslu otur yoksa ufak bir münasebetsizliğini duyarsam eşek sudan gelinceye kadar döverim, kemiklerin kırılır, anladın mı?” -R. H. Karay.

havadan sudan zf. Boş, önemsiz şeylerden: “Havadan sudan konuştuk bir süre.” -Y. Z. Ortaç.

keçesini sudan çıkarmak güç olan bir işi, durumu yoluna koyarak rahatlamak.

keçeyi sudan çıkarmak Sıkıntıyı atmak.

Sudan alt-ırkı Elevator ormanının kuzey bozkırları ve çayırlık bölgesinde yaşayan; çok koyu renkli deri, kıvırcık saç, uzun baş, geniş burun, kalın ve etli dudak, uzun boy (boyun yerel ayrılıklar gösterdiği olur) gibi özelliklerle ıralanan ve Zenci ırkına giren alt-ırk. a. bk. Bantu alt-ırkı...

sudan bahane a. Baştan savma, inandırıcı olmaktan uzak bahane: “Ben kesinlikle söyleyemem, öz eleştirinin sadece ler olduğunu, ya siz?” -B. Necatigil.

---